Son birkaç on yıldır, önemli felsefi, tarihi, politik ve ekonomik eserlerin ve tabii ki belki de dünya tarihinin en popüler siyasi manifestosu olan Komünist Manifesto'nun yazarı Karl Marx'ın düşüncelerine ve eserlerine olan ilginin yeniden canlandığına tanık oluyoruz. Bu canlanma, büyük ölçüde neoliberalizmin dünya çapındaki yıkıcı sonuçlarından – benzeri görülmemiş düzeyde bir ekonomik eşitsizlik, toplumsal çürüme ve hoşnutsuzluğun yanı sıra, gezegeni bir iklim felaketinin eşiğine yaklaştıran yoğun çevresel bozulma– ve liberal demokrasinin resmi kurumlarının giderek büyüyen bu toplumsal sorunlar listesini çözememesinden kaynaklanmakta. Peki, Marx günümüzün kapitalist dünyasını karakterize eden sosyo-ekonomik ve politik durum karşısında hâlâ güncelliğini koruyor mu? Ya Marx'ın Avrupamerkezci olduğu ve sömürgecilik hakkında söyleyecek çok az şeyi olduğu ya da hiçbir şey söylemediği iddiasına ne demeli?
Kanada Toronto'daki York Üniversitesi'nde sosyoloji profesörü olan ve Marx'a olan ilginin yeniden canlanmasında rol oynayan önde gelen Marksist akademisyen Marcello Musto, Truthout'a verdiği röportajda Marx'ın bugün hâlâ güncelliğini koruduğunu savunuyor ve aslında sömürgeciliğin etkilerini yoğun bir şekilde eleştirdiğini öne sürerek Avrupamerkezci olduğu iddiasını çürütüyor.
Aşağıda, bu röportajdan kısa bir bölüm sunuyoruz.
C.J. Polychroniou: Son on yıldır solcu entelektüeller arasında Karl Marx'ın kapitalizm eleştirisine olan ilgi yeniden canlandı. Fakat kapitalizm, Marx'ın zamanından bu yana çarpıcı biçimde değişti ve kapitalizmin, kendi mantığının işleyişinden kaynaklı çelişkileri nedeniyle kendi kendini yok etmeye mahkûm olduğu fikri artık entelektüel açıdan inandırıcı değil. Üstelik günümüzün işçi sınıfı hem sanayi devriminin işçi sınıfından çok daha karmaşık ve çeşitli hem de Marx'ın öngördüğü dünya çapındaki tarihsel misyonunu yerine getirmiş değil. Aslında, 1970’lerden 1990’lara kadar moda olan, Marksist sınıf analizi kavramına saldıran ve radikal siyasi eylemin maddi nedenlerini küçümseyen entelektüel bir duruş olan Post-Marksizmi doğuran da bu tür düşüncelerdi. Ama şimdi bir kez daha Marx'ın temel fikirlerine geri dönüş oluyormuş gibi görünmekte. Marx'a olan ilginin yeniden canlanmasını nasıl açıklamalıyız? Gerçekten de Marx bugün hâlâ güncel mi?
Marcello Musto: Berlin Duvarı’nın yıkılışını Marx’ın eserlerine yönelik yirmi yıllık bir sessizlik yemini takip etti. 1990'larda ve 2000'lerde Marx'a olan ilgi son derece azdı, aynı şey yazılarının yayınlanması ve tartışılması için de söylenebilir. Marx'ın (artık Sovyetler Birliği'nin iktidar aygıtı işleviyle özdeşleştirilmeyen) eserleri, 2008'de, kapitalizm tarihindeki en büyük ekonomik krizlerden birinin ardından yeniden küresel ilgi odağı haline geldi. Prestijli gazeteler ve geniş okuyucu kitlesine sahip dergiler, Kapital'in yazarını ileri görüşlü bir teorisyen olarak nitelendirdi ve güncelliği bir kez daha teyit edildi. Marx hemen hemen her yerde üniversite derslerinin ve uluslararası konferansların konusu haline geldi. Yazıları kitapçı raflarında yeniden yer buldu ve kapitalizm yorumu giderek artan bir ivme kazandı.
Son birkaç yılda Marx'ın bir siyaset teorisyeni olarak yeniden değerlendirilmesi de söz konusu ve ilerici görüşlere sahip birçok yazar, içinde yaşadığımız topluma bir alternatif inşa etmenin gerekli olduğuna inanan herkes için Marx'ın fikirlerinin vazgeçilmez olmaya devam ettiğini ileri sürüyor. Bu güncel "canlanma" yalnızca Marx'ın ekonomi politik eleştirisiyle sınırlı değil, aynı zamanda onun politik fikirlerini ve sosyolojik açıklamalarını yeniden keşfetmeye de açık.
Kuşkusuz, Marx'ın işçi sınıfına ilişkin analizinin yeni bir çerçeveye oturtulması gerek zira farklı bir kapitalizm biçiminin gözlenmesiyle geliştirilmişti. Çağdaş sorunlarımızın birçoğunun yanıtı belki Marx'ta bulunamaz ama Marx temel soruları odağa alır. Bence günümüzdeki en büyük katkısı bu: Doğru soruları sormamıza, ana çelişkileri tespit etmemize yardımcı oluyor. Bence bu hiç de küçük bir şey değil. Marx'ın hâlâ bize öğreteceği çok şey var.
Marx yazılarında son zamanlarda yeniden ilgi görmeye başlayan doğa, göç ve sınırlar gibi konuları tartışıyor. Marx'ın doğaya yaklaşımını, göç ve sınırlara bakış açısını kısaca anlatabilir misiniz?
Marx, günümüzün politik gündemi açısından hayati öneme sahip olan ve geçmişte akademisyenler tarafından sıklıkla hafife alınan, hatta görmezden gelinen birçok konuyu inceledi. Marx'ın ekolojik soruna verdiği önem, son yirmi yılda Marx'ın eserleri üzerine yapılan bazı önemli çalışmaların odak noktasıydı. Marx'ın sosyalizm anlayışını yalnızca üretim güçlerinin (emek, araçlar ve hammadde) gelişimine indirgeyen yorumların aksine, Marx bugün ekolojik sorun olarak adlandırdığımız şeye büyük ilgi gösterdi. Marx, defalarca, kapitalist üretim şeklinin genişlemesinin yalnızca işçi sınıfının sömürülmesini değil, aynı zamanda doğal kaynakların yağmalanmasını da artırdığını savundu. "Kapitalist tarımdaki tüm ilerlemenin yalnızca işçiyi değil toprağı da soyma sanatında bir ilerleme" olduğunu söyledi. Kapital'de dünyanın bireylerin özel mülkiyeti olmasının, bir insanın başka bir insanın özel mülkiyeti olması kadar saçma olduğunu gözlemledi.
Marx göç konusuyla da oldukça ilgiliydi ve son çalışmaları arasında 1877'de San Francisco'da Çinli göçmenlere karşı gerçekleştirilen pogromla ilgili notlar da vardı. Marx, göçmenlerin beyaz proleterleri aç bırakacağını iddia eden Çin karşıtı demagoglara ve işçi sınıfını yabancı düşmanı tutumları desteklemeye ikna etmeye çalışanlara esip gürlemişti. Tam tersine, kapitalizm tarafından üretilen zorunlu emek göçünün burjuva sömürüsünün çok önemli bir bileşeni olduğunu ve bununla mücadele etmenin anahtarının, işçilerin kökenlerine veya yerel ve ithal emek arasındaki farka bakılmaksızın, işçiler arasındaki sınıf dayanışması olduğunu gösterdi.
Marx'a yönelik en sık duyulan itirazlardan biri Avrupamerkezci olduğu ve hatta sömürgeciliği modernitenin gerekliliği olarak meşrulaştırdığıdır. Ancak Marx, sömürgecilik teorisini hiçbir zaman ekonomi politik eleştirisi kadar kapsamlı bir şekilde geliştirmemiş olsa da örneğin Hindistan'daki İngiliz hâkimiyetini en açık ifadelerle kınadı ve sömürgeciliğin yıkıcı sonuçlarını göremeyenleri eleştirdi. Marx'ı bu konularda nasıl değerlendiriyorsunuz?
Marx'ın eserlerinden bağlam dışı alıntılar yapma alışkanlığı, Marx'ın Avrupamerkezci olduğu mitine katkıda bulunan etkili bir kitap olan, Edward Said'e ait Oryantalizm'den çok öncesine dayanmaktadır. Günümüzde sıklıkla Marx’ın çok karmaşık tarihsel süreçlere ilişkin analizlerinin tamamen uydurma olan "yeniden inşalarını" okuyorum.
Marx daha 1850'lerin başlarında, on yılı aşkın bir süre birlikte çalıştığı New York Tribune gazetesi için yazdığı (Said'in itiraz ettiği) makalelerinde bile, kapitalizmin temel özellikleri konusunda herhangi bir yanılsama içinde değildi. Burjuvazinin hiçbir zaman "bireyleri ve toplumu kana, pisliğe, sefalete ve yozlaşmaya sürüklemeden ilerleme kaydedemediğini" çok iyi biliyordu.
Ama aynı zamanda dünya ticareti, üretim güçlerin gelişmesi ve üretimin bilimsel olarak doğa güçlerine hükmedebilecek bir şeye dönüşmesi yoluyla, “burjuva sanayi ve ticaretinin, yeni bir dünyanın maddi koşullarını yaratacağına" ikna olmuştu. Bu düşünceler henüz 35 yaşında, gazeteye yazı yazan bir adamın sahip olduğu eksik ve saf bir sömürgecilik tasavvuruydu sadece.
Marx daha sonra Avrupalı olmayan toplumlar üzerinde kapsamlı araştırmalara girişti ve ateşli sömürgecilik karşıtlığı daha da belirgin hale geldi. Marx'ın eserlerinin hiçbir yerinde Doğu ve Batı toplumları arasında özcü bir ayrım yapıldığına dair bir ima yoktur. Nitekim Marx'ın sömürgecilik karşıtlığı, özellikle de bu olgunun gerçek köklerini anlama yeteneği, Brezilya'dan Asya'ya kadar teorilerine yönelik yeni ilgi dalgasına katkıda bulunuyor.
Truthout.org'daki röportajdan kısaltarak çeviren: Irmak Yavlal
(Sosyalist İşçi)